GIDA TARİHİ
   
  gidatarihi
  Portakal
 

Her portakalın kendi kişiliği vardır. Yetiştikleri güneşli ülkelerin niteliklerine sahip portakallar, bütün yıl boyunca satın alınabilirler. En ünlüleri asil ve saf  bir Arap prensesi olan Fas portakalı, gururlu ve etkileyici bir senyorita olan İspanyol portakalı, baştan çıkarıcı ve göz kamaştırıcı Tunus portakalı, kayıp cennetin tekrar kazanılmış mucizesi İsrail portakalı ve hoş ve yakışıklı bir gezgin olan Güney Afrika portakalıdır. Sonra, şüphesiz güzellik kraliçeleri olan Amerika portakalları vardır: bereketli, cömert Florida portakalı ve milyoner bir  kapak kızı olan Kaliforniya portakalı. Hanedanın başı olan Portekiz portakalı kadar, İtalyan portakalı, Cezayir portakalı, Kıbrıs, Yunanistan ve Brezilya portakalı, ya da dışı yeşil, içi pembe, çok çekirdekli siyah Afrika portakalı da unutulmamalı.

            Bir portakalı yemek, cennet gibi iklimi olan, güneşi nazik, suyu bol ve temiz, rüzgarın hafifçe okşadığı, kumun ince, gecelerin serin ve dinlendirici, insanların yetenekli, sabırlı, dikkatli ve disiplinli olduğu ülkelere hayali bir yolculuktur.

                                              

Portakal Yetiştirmek ve Satmak

 

            İlk bakışta portakal çok dayanıklı bir meyve gibi görünür. Kabuğunun içinde çilek ya da üzüm gibi kolay çürüyen bir şey yoktur. Ama dayanıklı görünümünün altında, portakal, toplanma ve gideceği yere ulaşma süreci arasında hassas bir muameleye ihtiyaç duyan bir meyvedir.           

            Bütün yol boyunca, portakal sert davranışlardan ürker. Küçük bir yarık, sert bir darbe, bozulmasına yetebilir. Dahası, yol arkadaşlarına da bulaştırabilir ve portakal çok daha uzun seyahat eder. Her sene çok daha fazla portakal Kuzey Afrika’dan ve İspanya’dan bütün Avrupa’ya, Fransa’ya, Belçika’ya, Almanya ve İsviçre’ye, ve daha da uzaklardaki Birleşik Krallık’a, Hollanda’ya, Danimarka’ya, İsveç’e ve hatta Finlandiya’ya ihraç edilir. İspanya’dan gelen portakal koparıldıktan iki gün sonra yerine ulaşabilirken, Amerika’dan, Güney Afrika’dan ve İsrail’den gelen portakalların mesafesi çok daha uzaktır. Bir portakal iyi seyahat edecekse, tamamen sağlıklı olmalıdır. Bu, meyvenin koparıldığı andan sonraki en önemli faktördür. Portakallar, varış yerleri için yola çıkmak üzere doğru olgunluğa ulaştıkları an toplanırlar. Hazır olup olmadıklarına karar vermek hassas bir iştir ve çoğunlukla tecrübe meselesidir. Her ihracatçı ülke, turunçgillerini düzenleyen kendi yasal standartlara sahiptir. İthalatçı ülkelerin de yetiştiricilerin bilmesi ve açık bir şekilde uygulaması gereken talepleri mevcuttur. İspanyol ve Fas portakalları, daha erken toplanan Amerika, Brezilya ve Güney Afrika portakallarının aksine, tamamen olgunlaştıklarında toplanır.

            Ağaçtan paketleme istasyonuna olan yolculuğun ilk aşaması, kasalama işlemidir. Toplama işlemi kendi içerisinde birçok tedbir gerektirir. Çünkü bu noktada portakal çok suludur ve kolayca hasar görebilir.Meyvenin kabuğunu yaralamaktan da dikkatle kaçınılmalıdır. İspanyol ve Faslı toplayıcılar, işe başlamadan önce, tıpkı yemeğe oturan çocuklar gibi ellerini denetim için göstermek zorundadırlar. Amerika’da toplayıcılar eldiven takarlar, bunun uygulanmadığı yerlerde en azından tırnaklarını kesmek zorundadırlar. Altın kural, meyveyi nazikçe koparmaktır.

            Portakallar paketleme merkezine ulaştıktan sonra makinelerle tanışırlar. Çeşitli işlemler onları paketleme için hazırlar. Bu işlemler şimdi makinelerle minimum randımanla, bir tonu yarım saatte hazırlamaktadır. Ama portakallar yine de güzel bir muamele görmek zorundadır. Isı tüpünün içine, sabunlu suya batırılırlar, burada birkaç dakika geçirirler ve sonra dezenfekte olmak için ikinci kez yıkanırlar. Kurutma işlemi, havadar bir odada gerçekleştirilir; bunun amacı, kabuğun nemini buharlaştırıp onu sertleştirmektir.

            Güçlü vantilatörlerle güzelce kurutulan meyveler, yumuşak fırçalarla parlatılır ve son olarak çekici parlak bir görüntü vermesi ve hem meyveleri hem de vitaminini koruması için hafifçe cilalanır. Aksi taktirde C vitamini uçar.

            Boyutlarına göre tasnif edilmeden önce portakallar, yola dayanamayacaklar ayrılmak üzere son kez dizilir. Ayırma işlemi için kullanılan taşıma kayışı oldukça serttir: yaralı meyveler, fazla olgunlaşmış meyveler, buruşuk kabuklu meyveler ve fazla gelişmiş ya da bir şekilde bozulmuş meyveler ihraç edilmez. Bir kısmı yerel marketlere gider, diğerleri yiyecek endüstrisinde kullanılır.

        Portakallar, her biri resmi standartlara tekabül edecek şekilde, otomatik olarak boyutlarına göre birçok sınıfa ayrılır. Bu sınıflandırma, portakalların ölçülü deliklere kadar üzerinde döndükleri ve boyutlarına göre düştükleri döner lastikler tarafından gerçekleştirilir. Ama bu basitçe işlemin görünen kısmıdır. Daha sonra portakallara pasaportları verilir ve meyveler kökenlerine göre etiketlendirilirler. 

            Son paketleme işleminden önce, özellikle İsrail ve İspanya’da, portakallar bazen ince bir kağıtla kaplanır. Meyveyi koruması için kağıtlar genellikle o kadar ince bir ayarla, o kadar dikkatle ölçülerek ve kontrol edilerek difenille doyurulur ki, tüketici bundan zarar görmez. Eğer kabuğunu yiyecekseniz, tüm yapmanız gereken, meyveyi ılık suda yıkamak ve kurulamaktır. Makineyle ya da elle gerçekleştirilen kağıt kaplama işlemi, meyvenin yolda çürümesini önleyerek büyük bir avantaj sağlar. Portakallar sonunda uzman paketleyiciler tarafından paketlenir.

           Şimdi kasaların içinde ya da konteynırlara serpilmiş ya da 1-3 kiloluk süpermarket filelerine paketlenmiş bir şekilde yolculuk başlar. Her paket, aksamadan, aynı çeşitlilik ve doğaya sahip aynı nitelikte homojen olan ve aynı görünümde meyveler içerir.

            Fazlasıyla yüksek vitamin içeren tatlı bir meyve olan portakal, aynı zamanda gelişen endüstrinin de temel materyalidir. Düşüp ya da hasar görüp kenara ayrılan meyveler çöpe atılmaz. Meyve sularına, likörlere, aperatiflere, marmelatlara ya da kozmetikte, eczacılıkta, pastanecilikte, konfeksiyon ve kimyada kullanılan esans ve yağ özlerine dönüştürülür. Birleşik Devletler’de, 600’ün üstünde ürün, alkollü içkiler bile portakaldan yapılır.

 

Portakalların Soyağacı

            Thomson portakalı, Batı Avrupa pazarlarının ilkidir. Genellikle iyi boyutlarda olan bu portakalın düz ve kalın bir kabuğu vardır ve kolayca dilimlere ayrılır. Olduğu gibi ya da salata içerisine katılarak yenebilir.

            Göbek portakalının, adından da anlaşılacağı gibi, bir göbeği vardır. Kabuğu serttir. Kokulu, tatlı, sulu ve çekirdeksizdir.

            Hamlin portakalı orta boyutlardadır. Pürüzlü kabuğunun altında çok sulu ve keskin bir meyvesi vardır.

          Eriyen Malta portakalı güzel çeşnilidir ve oldukça hoş bir kabuğu vardır. Kan portakalı çeşidi daha da suludur ve dilimlerinden kolayca ayrılan bir kabuğa sahiptir.

        Portekiz kan portakalı oval ve kırmızıdır. İnce düz kabuğu dilimlerine yapışıktır. Güçlü kokar ve az çekirdeklidir.

            Eski Valensiya portakalı yuvarlak ve açık renklidir. Çok sulu, düz kabuklu ve çok çekirdeklidir.

            Eski Vernia portakalı çok tatlıdır ve meyvesi parlak renklidir.

            Yafa bir portakal çeşidi değildir; ama meyvenin kökeninin İsrail olduğu öngörülür.

            Outspan bir çeşit değildir, bir Güney Afrika markasıdır.

            Sunkist de bir portakal çeşidi değildir, Kaliforniyalı portakal yetiştiricileri sendikasının marka adıdır.

            İsrail portakalları gibi kumlu topraklarda yetişen portakalların kabuklarının killi toprakta yetişen Moroko ve İspanya portakallarınınkinden daha kalın olduğu söylenir.

          Portakalların renkleri gece ve gündüz arasındaki ısı farkına bağlıdır. Bu fark, siyah Afrika’daki gibi eşit olduğunda, gece süresince çok fazla klorofil üretilir. Portakal yeşilleşir ve sarı meyvelerde açıkça varolan provitamin A ve karoteni kaybeder.

           Portakal kabuğunun aroması, kabuğun altında görünen damarların içerdiği belli yağ özlerinden kaynaklanır. Kabuk çizildiğinde, rendelendiğinde ya da çatladığında bu özler açığa çıkar. Fakat, portakalların posası aynı zamanda meyveyi birbirine yakınen bağlı koku ve tat duyularını karıştırıp lezzetli kılan başka aromatik özler de içerir.

           Turuncu meyvelerin, diğer renkteki meyvelerden daha lezzetli olduğunu gösteren testler yapılmıştır.

         İspanyolca ve Macarca’da portakal, naranjadır. Almanlar bu meyveye birçok isim verir: Orange, Apfelsine (özellikle kuzey Almanya’da), ve acı turunca Pomeranze derler. Polonca’da ismi pomaranaz, Rusça’da apieleinedir. İtalyanca’da arancia, Fransızca ve İngilizce’de orange adı verilmiştir.

19. yüzyılda fakir çocuklar değerli ve kokulu bir portakalı yılbaşı hediyesi olarak almak için tüm yıl boyunca beklemişlerdir. Çoğu, portakalın tadını bilmezdi ya da neredeyse sihirli altın meyveyi tatmaya cüret edeceklerdi. 

Eski bir zamanda, Orange’lı William’ın Katolik karşıtı kanunları İrlanda’ da onu o kadar kötü bir duruma düşürdü ki İrlanda’daki insanlar İrlanda toprağında hiçbir şekilde portakal ağacının yetişemeyeceğini açıkladılar. Kral Willam’ın bağlı olduğu Orange Hanedanlığı adını güneydoğu Fransa’daki Orange kasabasından ve eyaletinden almıştır. 

Portakallar tutukluların çoğunun akıl hastası olduğu Fransa’daki La Sante hapishanesine götürülmüştür, tesadüfen, hapishanenin adı “sağlık” (aslında hayırsever bir hastaneydi) anlamına geldiğinden portakallar aslında sağlık için iyidir. C vitamini ve mineral tuzlar bakımından zengindir; günlük alınması gereken miktarı bir portakal karşılar.

Bazı geleneklerde, elma değil, portakal ilk günah için sorumlu tutulmuştur. Portakalların ilk yetiştiği yer olan Malezya Eski Ahit hakkında hiçbir şey bilmiyordu; fakat Malay geleneği portakalı açgözlülük günahıyla bağdaştırıyordu. Bu konudaki hükümlü bir fildi. “Portakal” kelimesi Srivijoya İmparatorluğundan çok önce (7. ve 11. yüzyıllar), çok eski eski zamanlarda, hayvanların konuştuğu bir süreçte bir efsane ile açıklanır. O hayvanlardan birisi olan fil o kadar çok portakal yemişti ki kocaman olmuştu. Ormandan geçerken açıklıkta tanımadığı bir ağaca rastlamıştır. O ağacın güzel ve kışkırtıcı altın bir meyvesi vardır. Fil o meyveden çok yemiştir ve patlamıştır. Çok sonra diğer biz gezgin aynı yere gelmiştir: fil talihsiz kazasından muzdarip olduğundan bu sefer insan bir gezginci ortaya çıkmıştır. Filin fosilleşmiş kalıntıları, midesinden bulunanlardan yetişen binlerce altın meyve taşıyan bir küme ağaç açıklıkta hala duruyordu. “Harika” dedi adam. “Ne kadar güzel naga ranga!” Sanskritçede “filler için zararlı hazımsızlık” anlamına gelir. Gezgin meyveden biraz almıştır, peştamalından yapılmış bir bohçaya koymuş ve ailesi ile birlikte ondan beslenmek için evin yolunu tutmuştur. Bundan sonra altın meyveyi taşıyan ağacın adı naga ranga olmuştur. M.Ö 4. yüzyılın İtalyan dilbilimcisi ve Sanskrit edebi dilini düzeltmeye yardımcı olan Panini’nin çalışmalarında bu sözcüğe rastlanır. İsim Hint Avrupa dil ailesine ait bir sözcük olarak gözükmez. Fillere gelince, tecrübelerinden öğrendikleri sayesinde bir daha portakal yememişlerdir.

            Portakallar ile ilgili diğer bir efsane Hesperides’ in altın elmaları hikâyesidir. Bilim adamları aslında hangi meyvenin olduğuna karar veremediler; fakat genel olarak kabul edilen görüşün o muhteşem meyvenin ağaç kavunu olduğu söylenebilir. Toprak Ana Gaia onlara Mauritania’ nın kuzeyinde yer alan bahçesi için Tanrıça Hera’yı vermiştir; fakat o herhangi bir durumda kılavuz Atlas ve kızları Hesperidesler tarafından korunmuştur.


La Fontaine der ki:

“Sert kabuklarıyla meyveleriniz,

Gerçek bir hazinedir.

Ve Hesperides’ in bahçesinde,

Altın elmalar değil bunlar yetişmiştir.”

           Günümüzde Yunancada meyve anlamına gelen melon, sophocles, hesiod and plutarchta özellikle narenciye meyveleri, Dioscorideste Ermence tanımıyla nitelendirildiğinde bir kayısı, hatta Galen’de ayva ve Persçe olarak tasvir edildiğinde şeftali anlamına gelmeden önce, kızılımsı kahverengi postlu koyun veya keçiler anlamına gelen tam bir eski bir yunan sesteşidir. Atlas bir çoban olduğu için, Onun işinin 12.si olarak Heracles tarafından ortaya çıkarılmış altın elmalar böylece çok eski zamanlarda sadece koyun olabilirdi. Heracles’in destanı için tarihi ve toponomic temel olduğu ihtimalini ne çürüten ne de sorgulayan bu hipotez, basit bir şekilde narenciye meyvelerinin ilk kez Akdeniz havzasında ne zaman göründüğü sorusunu ortaya atıyor. 

Mandarin, greyfurt, ağaç kavunu gibi portakalın birçok erkek ve kız kardeşini, kuzenini içeren narenciye meyvelerinin tümü için İtalyanlar Latince acer, keskin kelimesi ile bağlı agrumi kelimesini kullanırlar. Efsanelerine inanılırsa çok üretken, soylu ve kutsal bir aileye mensuptur ve Mısır soylu hanedanları gibi, yakın ve ensest türdeki başarılı olan evliliklere izin verilmiştir. Dünya onların kendi krallıklarını kuracakları kadar büyüktü. Narenciye meyveleri uzun zamandır dünyada birlikte yaşamaktaydılar; her biri kendi etki alanında yer almaktaydı. 

            Ağaç kavunu portakaldan önce yolculuğuna başlamıştır. Büyük yaşından dolayı ondan bahsedildi; Çinliler 4. milenyumda onu biliyorlardı. Havanın ve toprağın tanrısı olan Enlis’e adanmış kutsal bir meyve olarak Sümerlilerin dini merkezi olan Nipour’da yetiştirilmiştir. Bağımsız Judaea’ nın ilk kralı Maccabeus M.Ö. 142’de onu kendi deyiminde kullanmayı tercih etti. Mısırlılar tarafından bahsedilmişlerdir, İskender tarafından seçilmişlerdir ve ilaç olarak erdemleri için Pliny ve Virgil tarafından oldukça övülmüşlerdir. Theophrastus’un, egzotik meyvenin ne olduğuna dair kayıtlarına göre, M.Ö. 4. yüzyıla kadar güney İtalya, Sicilya ve Korsika’da yetiştirilmiştir.  Kristalleştirilmiş kabuk, reçel ve parfüm için gerekli yağlar için hala yetiştirilen ağaç kavunlarının neredeyse tek yeri Korsikadır.

Kalın kabuklu büyük bir limonu andıran ve tadı acı olan ağaç kavunu eski zamanlarda sadece tıbbi olarak ve parfümeri sektöründe kullanılmıştır. Ağaç kavunu ve tüm citrus sınıfı adını kokusundan alır. Romalılar sert yapraklarıyla mazı ağacını ‘citrus’ olarak adlandırmışlardır. Diocletian’ın bildirisi, ağaç kavununun 24 altın paralık fahiş fiyatını kısıtlayarak onu citrus maximus olarak adlandırır. 

Klasik yazarlar tarafından bilinmediğinden, Citrus limon, limon adını bitki bilimcilerine borçludur. Orta Çağ’dan beri yaygınca kullanılmaktadır. 17. yüzyılda önemli bir ürün olarak görülmüştür. Boileau hindistan cevizlerinde olduğu gibi aynı şekilde sunarak Repas Ridicule’da onu soruşturmuştur  ‘Sentez vous le citron don’t on a mis le jus?’ (Konulan limon suyunu koklar mısın?) Başlangıçta Kaşmir’ in dağ eteklerinden gelen limon Kuan-tong (Kanton) vilayeti aracılığıyla M.Ö. 1900’lere kadar Çin’e ulaşamamıştır. Çin’den Medya’ ya ve İran’ a doğru ilerlediğinde değişime uğramayan ‘limon’ ismi verilmiştir. M.S. 10. yüzyıldan itibaren, onu Li müm diye adlandıran Araplar İstanbul yoluyla doğuya doğru Yunanistan’ a, Fezzan ve Maghreb yoluyla batıya doğru İspanya’ya, yani onu Akdeniz havzasının her yerine taşıdılar. Ağaç kavununun eski Latin ismi, Almanya (Zitrone), Polonya (cytryna), Fransa (citron) ve Macaristan’da (citron) limon için kullanılırken İspanyollar ve Ruslar İngilizce’de Lemon (limon) ismini korudular. Küçük yeşil limon olan ıhlamur 16. yüzyılda İspanyollar tarafından batı Hint adalarına tanıtıldı. 

Portakal, citrus aurentium, Hindistan’ ı geçerek Çin’e M.Ö. 2000’lerde geldi. İlkel olmasına ve oldukça acı tadına rağmen Çinliler onu çok sevdiler. Daha büyük olan greyfurt limonun arkadaşıydı. “Bir sepetin dibinde süslenmiş ipek bir eşarbın içine sarmalanmış” olan her ikisi 2205’den 2197’ye kadar hüküm sürmüş İmparator Tayyun’a sunulan hediyeler arasındaydılar ya da portakalın ve greyfurtun edebiyatta ilk kendilerini gösterdikleri Yu-kung yazıtında böyle anlatılır. 

Greyfurt altıntopun atasıydı. Hindi Çin adasında ve özellikle ormanların greyfurtla dolu olduğu Doğu Hindistan Sunda adalarından olan Fiji’den Asya’ya geçmiş olduğu görülmektedir. Fakat Batı Hint adalarında greyfurt ve altıntop için alternatif bir doğuş yeri vardır. Merkez Amerikan Kanalı olmasaydı daha önceden bahsedilen diğer yiyecek türlerinin bazıları gibi bir kişi onun tek bir yönde ya da diğer bir yönde Pasifik’i geçmiş olduğunu düşünebilir. 

Altıntopun botanik ismi Citrus paradisi’dir. Greyfurtun bir örneği ya da tatlı bir portakal ile onun arasında bir geçiş olabilir ve 19. yüzyılın başlarında ayrı bir tür olarak tanınmıştır.  

Kendini Çin’ de doğallaştırmış ve Cochin Çin’den gelen Mandarin, “mandarin” diye adlandırılan Çinli sivil hizmetçilerin sarı ipliklerinden ismini almış olabilir. Portakal ve greyfurtun her ikisi de her biri kendi yolunda giderek doğu yoluyla Çin tıbbınca ayaklar altına alınmış Avrupa’ya giden patikayı ve İpek Yolu’nu geçmişlerdir. Özellikle, portakal tıbbi olduğu kadar gastronomik özelliklere de sahip olduğundan portakalın kolay bir geçişi vardı. Acı olmasına ve tüm lezzetli tatları hala edinememiş olmasına rağmen Çin’de Chakara-Sambuta, Sanskritçe ilaçlar kitabı gibi, Ölümsüzlüğün İlaçları, Büyük Bedelin Binlerce Reçeteleri onun öz suyunun ve temel yağlarının yenileyici ilkelerinin çoğunu gözler önüne sermiştir. Çin’ de doğan ve acı portakalla ilişkilendirilen bir meyve taşımacılık için çok küçük olduğundan orada kalmıştı; bu meyve kumkattı. Son yıllarda taze kumkatlar ihraç edilmesine rağmen konserveler bakımından en iyi Avrupa’da bilinir. 

M.S.  2. yüzyılda Romalı liderler tarafından verilen ziyafetlerde portakallar ortaya çıkmıştır. İlk Hristiyanların inancının amfi tiyatrolardaki aslanların iştahlarını kışkırtmak için kendilerini ortaya attıkları gibi onlarda Filistin’den ihraç edilmiştir. Bu noktada, Kuzey Afrika’nın büyük toprak sahipleri onları iyi bakılmış portakal bahçelerine ekerek kar yapmaya karar verdiler. Oradaki hava, portakal çiçeğinin kokusu ile çok tatlı olduğundan Soukra diye adlandırılan Kartaca diye bir yerde olan Tunus’un dışında toprak sulama borularının tüm sistemlerine hala rastlanmaktadır. Sistem su ihtiyacı olan ağaçlara büyük miktarlarda tuzlu su sağlayarak neredeyse 2000 yıldan sonra hala işlemektedir. 

Kuzey Afrika’nın çocuğu olan Hippo’ lu St. Augustine, kalın, sert Cezayir şarabını boğazlarından aşağıya yudumlamak yerine portakal suyunu içen Manichaeanların bitkisel beslenmelerini kınadı. Fakat barbar kavimler gücü az olan imparatorluğun son Romalı seralarına zarar verdiklerini düşündüklerinde armut ağacıyla birlikte Paola’lı St. François’in 11.Louis’e biraz götürmek için Calabria ve Sicilya’da hala yeterli portakal vardı. Şimdiye kadar portakallar tatlıydı ve yemesi lezzetliydi. Daha önce hiç tatmadığı Bon Cheritan armutlarının olgunlaşmasını beklediğinden krala biraz iyilik yapmış olmalıydılar. 

Güney Pyrenees portakalları da, şu anki bir İspanyol meyvesi gibi ünlü ve mükkemmel bir şekilde büyütüldü. Onları hiçbir şey durduramadı. 

Pamplona’da, Castille’li Eleanor, kış geceleri içeri taşınabilsin diye bir fıçı içinde portakal yetiştiriyordu. 1523’te, ilk kez fıçı ile içindeki şeyler elde edildi ve daha sonra, eşyalara Ana Kraliçe Savoy’lu Louise tarafından el konulan, Fransa Polisi olan Bourbon Dükü tarafından kaybedildi. Valois kralları Fontainebleau’da bu ağacın etrafında bir sera yaptılar. Mme de Sevigne ağacı Versay’da gördü ve onu sevgiyle budadı. Daha önce tek bir meyve bile üretmediği için ağaç bakire olarak 1853’te günlerine son verdi. Seralar meyveden ziyade portakal ağaçları içindi.  

“Portakal ağaçları, sevdiğim ağaçlar,

Nefes aldığım bütün havada çiçeklerinin kokusu var.”

            La Fontaine tarafından dile getirilen bu mısralar kralın ağaçlara olan arzusunu iletiyor olabilirdi. Bu ağaçlar Versay bahçıvanlarının onuruydu ve 14.Louis’in kendisine olan bir ilgi kaynağıydı. Franche-Coute kampanyası sırasında, yeni yetiştirme konusundaki endişelerini açıklayarak Colbert’e yazdı. “Bana portakalların nasıl göründüğünü söyle.” İlk portakal ağaçları, Coteau-Gaillard’ta, 8.Charles için çalışmış bir İtalyan bahçıvan olan Polo di Mercoglierio tarafından Fransa’da açık alanda yetiştirilmiştir ve Fontainbleau serası, taklidi yapılan meyvelerin asıldığı temiz türleri barındırmaya devam etmesine rağmen, 14. Louis’in apartmanının güzel kokmasını sağlayan çiçekler taşıyan o meyvelerle gurur duyuyordu. Gümüş sandıklarla Aynalar Salonu’nu ve eyaletin odalarını eğlencelerin olduğu zamanlarda süslerlerdi.

Bazı portakal ağaçları San Domingo ve Cezayir’den büyük bir paha ile getirildi ve bazıları da seralara ve yetenekli bahçıvanlara gücü yeten grande bourgeoisie’nin önemli üyeleri ve büyük lordlar tarafından tedarik edilmiştir. (Müdüriyetin kayıtları, örneğin, Beauregard’taki evinden M. De Fienbert’e 33 portakal ağacı ödemesini göstermektedir.) Le Trumel tarafından yönetilen ve portakal ağacı gerektiren Grande Orangerie tarafından ele geçirildiğinde, bu zamanda sorumlu olan La Quntinie (çok önemli bir hizmet), zamanın en iyi portakal ağacı yetiştirme uzmanı olan Henri Dupuis’e daha fazla tedarik etmesini söyledi. 

15. Louis, “le Bien-Aime”, geleneğe devam etti; fakat elçisi Choiseul soylu meyve için bir arzu hissetmiyordu. Hikaye, Mme Dy Barry, “Avrupa’nın Faytoncusu” diye isimlendirilen, portakalla top oynarken o kişinin düşüşüne sebep oldu diye devam eder. Portakal her defasında havaya atıldığında, kral artık gözdesinin ikna çabalarına ya da bir zamanlar sorun yaratmayan Katolik gruplaşmasına dayanamamasına kadar “Choiseul, Zıpla! Düş, Choiseul” diye bağırdı. Choiseul düştü. İçeride yetişen bu portakal ağaçları prensler gibi bakıldığında ve onlar için yetiştirildiğinde çiçeklenecek kadar hürmetkâr olabilirlerdi; fakat neredeyse hiç portakal vermediler ve ürettikleri portakallar çok da iyi değildi. Portakallar tutsaklığı sevmez. Güneşin parlaklığına, onu ziyaret eden böceklere, rüzgarın kokusuna, yakınındaki denizin nemine ve ona sevgiyle yaklaşan ve meyvesini saygıyla toplayan bütün tarımsal ordunun sevgisine ihtiyaç duyar. Zenginliğini, lezzetli tadını ve güzelliğini arttıran o sevgiyi ve iklimleri dünyanın en güzel yerlerinde elde eder. İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, Türkiye, Fas, İspanya ve Portekiz’i istila ettikten sonra, Lisbon’u, ikinci yolculuğunda Christopher Columbus ile Amerika’yı keşfetmesi için yalnız bıraktı. Yeni Dünya’ya ilk portakal ağacını, sonradan Hispaniola diye adlandırılan Haiti’de, 22 Kasım 1493’te ekti. 

Portekiz malı olan, bir yıldız ya da yirminci yüzyıl astronotu gibi şımartılan portakallar ün kazanmıştır. Hatta bu konuda o kadar başarılı olmuştur ki İran’dan Fezzan’a kadar tüm Arap dünyasında artık narenciye diye adlandırılmamakta, bunun yerine bortugal (ya da İranda porteghal) olarak bilinmektedir. Hala Arap ülkelerinde (ve Türklerin sömürgeleştirdiği Romanya’da) bu adı taşımasına rağmen Arap yazı dilinde, bize Çin portakalı diye bilinen tatlı portakalları hatırlatan, "tchina" tercih edilir. 

Miguel Diaz’ın dağ eteklerinde, Amerika kıtasına ulaşıncaya kadar Portakallar Haiti’den Batı Hindistan Adaları’nda adadan adaya yayıldı. Portakal ailesinin Amerika kolu diğerlerinden oldukça farklı olacaktı.

Florida’daki ilk Amerikan portakal ekimi İspanyoldu. 1579’dan günümüze Saint Augustin’de yetişti. Hintliler meyveleri çaldılar, onları yediler ve bazı insanların onların yerli olduğunu düşündüğü türlerin bulunduğu ormandaki çekirdekleri yere tükürdüler. Batı Hindistan altıntopunda olduğu gibi soru açık bırakılır.

Florida’nın portakal bahçeleri yavaş bir şekilde bugün de olduğu gibi yüksek üretimin ve iyi bir yürütmenin simgesi haline gelirken, İspanyol bir aracı Batı’ya ulaştı ve 1707’de Kaliforniya portakal ağaçlarının atasını ekti. Fakat 1848’de, şimdi Los Angeles’ın ortasında bir tren istasyonu olan bir yerleşim yerinde büyük oranda ekim başladı. Her türdeki maceracı kendilerini çılgın altın avına verirken, akıllı öncüler – narenciye meyve yetiştiricileri – güzel ve parlak portakalların yerden çıkartılan madenlerden daha iyi bir altın olduğunu anlamışlardı. İskorbüt, yorgun, sık olarak alkollü olan ve tenekelenmiş yiyeceklerden sağlıksız bir şekilde beslenen maden arayıcılarının arasında oldukça yaygındı. İskorbütün etkileri, özellikle kırmızı ve sarı meyveler olan taze yiyeceklerden yoksun kalmış denizcilerde sık bir şekilde görülür.

Az olan yerel portakal ağaçları arz talebi açısından yetersiz olduğundan, Batı kıyılardaki açıkgözlü doktorlar Florida’dan güç bela ithal edilen limon ve portakal suyundan kaşıkla satarak bir servet kazandılar. Dişlerinin birden bire düşecek olmasından korkan altın arayıcıları sardalye balığının altın tozuyla müşavere için doldurulabileceğinin görülebileceğini ileri sürmüşlerdir – zamanın 200 dolarından daha fazlasına denk gelir. Modern para birimiyle ne kadar olabileceğini tahmin edin.

Duck diye adlandırılan bir adam, daha sonradan muhteşem bir fiyata satılan Papeete portakallarını satın almak için Pasifik’in uzak kıyılarında Tahiti’li Kraliçe Pomare ile anlaşmaya vardı. Altın Akını’nı başlatan John Sutter’ın oğlu, ülke ekonomisinin ana kaynağı haline gelen yetiştiricilerin portakalları ekmeye başladığı Meksika’da portakal aramaya koyuldular. Tam bu noktada, mükemmel bir portakal olan Amerika kıtasının diğer bir sonu olan Brezilya’da yetiştirilmiştir. Bazı zamanlar insanların olduğu söylenir: bazı zamanlar da portakallar vardır. Bir ağaç – mükemmel olan – bir gün mücizevi bir meyve verdi: genel türden daha sulu ve tatlı olan mükemmel portakal daha da güzeldi ve tek bir çekirdeği yoktu. Sonradan, daha çok vitamin içerdiği ortaya çıktı. Daha da acayip olanı, bu yeni portakalın sonda sapın karşısında bir göbeği vardı. Adem ve Havva’nın göbeklerinin olup olmadığı ve meleklerin cinsel ilişkiye girip girmediği sorusu hala çözülemeyen büyük bir Orta Çağ konusudur; fakat bu tohumsuz portakalın – portakallar arasında bir tür melek – gerçekten bir göbeği vardı. Neyden doğdu ve neyi ortaya çıkardı? Soru araştırmayı hak ediyordu. Brezilya’da çalışan Schneider adlı elçi Washington’un bilgilendirilmesini istedi. Ağaçtan bir parça kesti ve onu, durumu açıklayarak Amerikan Tarım Bakanlığı’na gönderdi. Horace Capon parçayı ekti ve ondan birkaç tane aldı. Bu parçalardan, Batı’ya giden kapalı bir vagonda olan arkadaşları Luther ve Eliza Thibet’e verdi. Luther ve Eliza uzun ve zor yolculuklarında susuzluktan ve Hintlilerin saldırılarından muzdarip oldular. Sonunda Kaliforniya’ ya vardıklarında, kesikler (parçalar) tamdı ve susuz değillerdi. Dikildiler. Birkaç yıl sonra daha da çok meyve verdiler. İsminden de anlaşıldığı gibi, Washington Göbeği portakal dünyasının merkezi oldu. Bu arada, Afrika’da portakal ve arkadaşları gelişiyordu. En iyi yetiştikleri yerlerden biri olan Kuzey Afrika 19. yüzyılın sonunda iki yeni tür üretti. Biri güzel derili, tatlı ve etli kokulu bir portakaldı. Tunus Beyi onu tattığında çok mutluydu ve bahçıvanlarını kucakladı. Ona, ölen gözdesi Maltese’yi hatırlattığından bu portakalın Maltese olarak adlandırılacağını söyledi.Narenciye meyvelerinin güzel yetiştiği diğer bir ülke olan Güney Afrika, henüz keşfedilmemişti. Portakal bir ticaret adası noktasından diğerine Afrika çevresinde yolunu bulurken Napolyon gibi sürgün olarak değil de bir tür olarak St. Helena’ ya ulaştı. Oraya gelen, yiyecek ve taze su depolayan gemiler Cape’ de yüklendiğinde, ilk Hollandalı vali Hans Van Riebeeck adada durduğunda lezzetli olduğunu düşündüğü meyveyi ekmeye karar verdi, çekirdeklerden bazılarını da sakladı.

Güney Afrikalı öncüler – Hollanda asıllı Afrikalı, Hollandalı, Fransız Protestanı, İrlandalı ve İngiliz -  onlardan önce gemicilerin örneklerinden yararlanarak kapalı el arabalarındaki erzakların arasındaki portakalları aldılar. Akşam vaktinde göçmenler öküzlerin zarar görmediği böylece otlanabildiği el arabalarının çevresinde kamp kurdular. Hollandacada bu yöntem zarar vermeyen anlamına gelen uitspan olarak tanımlanıyordu. İsim dairenin içindeki kampa uygulandı ve sonra portakalla aynı anlamı taşıyan outspan (koşumdan çıkmış) haline geldi. Portakal yemekten daha rahatlatıcı ve canlandırıcı daha başka ne olabilir? Avrupanın yazında bu portakallar güney kışının serinletici etkisini getirir. Bütün dünyada dolaştıktan sonra, sağlık ve servet kaynağı olan portakala dikkatle bakılır.

 
 
  Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol