İlk Helen öncesi Yunan, ya da Cretan denilse daha iyi olur, uygarlığı denizciler nesliydi. Milattan önce iki bin yılının ortasında, geçim kaynaklarının çoğunu denizden sağladılar, ancak Ege gücünün azalmasından sonra Yunan adasına yerleşen Achaen istilacıları, denize ve denizin içindeki her şeye karşı uzun bir süre boyunca bir hoşnutsuzluk göstererek, kendi pastoral ve göçebe menşelerine ihanet ediyormuş gibi göründüler. Bu eski Yunan temelde kırsal bir toplumdu ve adaların tamamının çiftçiliği ile meşgul olsalar bile aslında büyük çiftçi olmaktan başka bir şey olmayan Odise gibi büyük krallar, sabanı yönlendirmekten başka bir şey yapmıyorlardı, ancak balıkçılık son çare olarak görülüyordu. Homer’ın betimlemesi de şu şekildedir, ‘Berbat bir yemek, enkaza uğramış denizcilerin son kaynağıdır’. Efsaneler Plato’nun sahip olduğu tek güç olmasına rağmen Plato bu düşünceye katılmaktadır ve şöyle de ifade etmektedir ‘Bu zamanlarda balıkçılık, güçten ziyade yetenek gerektirdiği için, balıkçılık iyi talihli bir adama layık olmayan uğraşıdır.’ Plato’un bu ifadesi, Yunanların zekilikleri ile ünlerini nasıl edindikleri konusunda insanları meraka düşürür.
Milattan sonra beşinci yüzyıl civarında Yunanlar, sahil şeritlerinin- zamanın bilinen dünyasında kara alanı ile ilişkili olarak en çok toprak miktarı olan (ve aslında günümüz dünyasında, Japonya ve Endonezya olası istisnaları ile, ikisi de balıkçılık yapan ülkeler) – tükenmez besin tedariğini sağlayan yan kapı komşusu olduğunun farkına varacak kadar zekiydiler. Petrol tankerlerinin gelişine kadar, Akdeniz’in ılık suları balıklarla doluydu. Yunanlar onları, oltalarla, ağlarla, zıpkınla, üççatallı zıpkınla, lamparo ile ve madraj ile yakalamayı öğrendiler. Madraj kelimesi asıl itibariyle ‘tuna balığını yakalamak için ilişik’ anlamına sahiptir ve Arapça al mazraba dan gelmektedir. Bu kelime, sahilde, tuna balığı sürüsüne ilerleyen balık adamların yön belirledikleri dibe atılmış ağ labirenti gibi uzanan büyük bir alana çağrışım yapar. İkinci yüzyıl yazarlarından Oppian, (dörtlükler halinde) avlanma ve balıkçılık hakkında oldukça faydalı bilgiler verir. Onun tuna balıkçılığı üzerine betimlemeleri, denizin kendi kadar ölümsüzdür.
Tuna balığının tam boyutu, tek bir balığın sağladığı büyük miktarda et (bazen 900 kiloya kadar ulaşan) anlamına gelmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Martigues’in balıkçı eşleri, satmak üzere tunalarını el arabaları ile caddelere taşırlardı. Yunanlar tuzlanmış ve yağla marine edilmiş tunayı (yağlı tuna modern bir buluş değildir) bol miktarda tüketirlerdi. Akdeniz insanları balığı değerli görmeye başladıklarından itibaren, onun tüm nimetlerinden faydalanmaya başladılar: deniz dalgası, kefal balığı, barbun, yılan balığı, kalkan balığı, merina balığı, orfoz balığı. Kızartılmış ya da genç bir balık sürüsü, iyice kızartılırsa bir yemek seçeneği olurdu, tıpkı günümüzde Provence halkının sartanado yaptığında; bu tarifin güney Gaul’ün Phocaean sömürgelerine geri gitmesi gibi. Balık adamlar kılıç balığı, torpil balığı ve piyasada güzel kazanç sağlayan Karadeniz ticaret merkezinden çıkarılan mersin balığı ile başa çıkmaya hazırlardı. Aslında mersin balığı eski Yunan menülerinde (ve ancak sonrasında bazı özel durumlarda) ön plana çıkabilecek olan tek tatlı su balığıydı, çünkü Yunanistan nehirlerinde pek de fazla balık bulunmamaktaydı. Diğer popüler favoriler ahtapot, mürekkep balığı ve kalamar gibi deniz canlılarıydı.